ESKİ TOPRAKLA İFTAR SOHBETİ
Geçen günlerde bir iftara davetliydim. Kalabalık bir cemiyetti. Ortam alabildiğince uhrevi. İnsanlar birbirinin halini hatırını soruyor. Bir yandan da kulaklar Ezanı bekliyor. Artık insanlar fazlasıyla acıkmış ve susamış vaziyette. Sofralar kurulmuş. Gözler masalardaki yiyeceklere odaklanmış. Masada Yusuf dayı var yanımda. Yaşı da artık ilerlemiş kendisinin. Haliyle fazlasıyla acıkmış. Masadaki çorbaya yiyecekmiş gibi bakıyor. Yusuf dayı dedim çorba yenilmez içilir. Yusuf dayı 'nasıııll' diye tepki veriyor. Çorba diyorum içilir diyorum Yusuf dayı diyorum. Hiç anlamıyorum ki evlat seni diyor. Hiç Yusuf dayı diyorum Fener 4-0 yenmiş diyorum. Bir cacık olmaz ondan diyor. İşine geleni anlayıp cacığa bile dönüştürüyor kendisi. Açlık ikimizin de başına vurmuş. Artık topun patlamasını bekliyoruz. Her an atılabilir. Derken masadaki misafirlerden birinin parkta oynamakta olan oğlu '-babaaa top patladııı' diye ağlayarak gelmesin mi. Yusuf dayı onu bekliyormuş Allaaah deyip çorbaya bir dalışı var. Sanırsınız rekor dalışı. Hemen tutuyorum kolundan 'dur dayı , çocuğun topu patlamış.' Yusuf dayı bana da yiyecekmiş gibi bakıyor. Korkuyorum. Susuyorum. Hemen su içmem lazım diyorum. Bekliyorum... Zaman geçmiyor...
Hava kararmak üzere. Ağustos böcekleri temmuz ayını fırsata dönüştürmüş. Cııır cııır cıırr. Yusuf dayı dönüp hangi aydayız diyor? Ben de kendimi tutamayıp 'dolunay' deyince Yusuf dayı imalı bir şekilde bastonu gösteriyor. Tamam dayı bugün temmuzun yirmisi diyorum. 'O zaman bu böcekler neden ötüyor? Başlayacam bunların hayvancıklara koyacakları isimlere diyor'. Neden diyorum. 'Ağustos böceği diyorlar temmuzda ötüyor' diyor. 'Ben böyle çiğ işi sevmem' diyor. 'Yusuf Dayı' diyorum. Sen neden bu kadar sinirlisin açlıktan mı yoksa şekerin mi var? 'Şekerim var evlat' diyor. 'Hadi ya' diyorum. 'Bir tane versene iftardan sonra yerim' diyorum. Yusuf dayı bastonuna hamle yapınca hışımla masadan uzaklaşıyorum. 'Tamam gel bir şey yapmıycam' diyor gülerek. Ben de gülüyor diye rahatım tabi. 'Öp elimi barışalım' diyor. Öpüyorum elini ben de saygıyla. Ama, ama, aman Allah'ım elim... Yusuf Dayı bırak diyorum. Hem gülüyor, hem de dişlerini sıkıyor. Hangi ruh halinde bilmiyorum ama elimi bir halterci gücüyle sıkıyor. 'Tamam diyorum bi daha yapmıycam diyorum' kıvranarak. Aferin diyor. Oturuyorum tekrar yanına. Dayım diyorum bu ne güç. Ne yiyorsun sen? 'Ben eskiden pehlivandım' diyor. 'Bu ovada benden daha güçlüsü yoktu' diyor. Ben de 'heyyt be' diyerek elimi ensesine atıp zorluyorum. 'Kaşınma' deyince az önceki sahneyi hatırlayıp bırakıyorum haliyle. 'Şimdiki gençlik çok gevşek' diyor. 'Saygı denen bir şey kalmadı artık' diyor. Gerçekten öyle diyorum. Çevremdeki arkadaşlarımdan örnekler veriyorum. Gözlerimin içine bakıyor. Ne ima etmeye çalışıyor anlamıyorum. Kısaca bir sessizlik oluyor sonrasında. Sessizliği ağustos böcekleri bölüyor tekrar...
Artık vakit iyice daralmış. Topa bir kaç dakika kalmış. Yusuf dayı bana dönerek sen hiç 'Aydın Efe'si gördün mü diyor? Karşında duruyor ya diyorum. Gülüyor. Ne oldu pek kahramana benzetemedin galiba diyorum. Benim genlerim de var efelik zeybeklik diyorum. 'Benim babam zamanında buraların en ünlü efelerindendi' diyor. 'Ben babamdan çok şey öğrendim' diyor. 'Efelik nedir iyi bilirim' diyor. 'Biz de hamam oğlanı değiliz' diyorum. 'Bak oğlum' diyor. 'Mangal gibi bir yüreğin olabilir yahut, böcekten bile korkabilirsin' diyor. 'Efelik bu demek değil' diyor. Nasıl yani? diyorum. 'Efelik efendiliktir evlat' diyor. He diyorum o kolay. 'Senin için zor' diyor bana. 'Sen efendi olamazsın. Fazla şımartmışlar seni' diyor. Bak gör diyorum. Karşıdaki masada biraz çaprazımızda Belediye Başkanımız oturuyor. Onun bize sırtı dönük. Sayın başkanım diye sesleniyorum. 'Efendim' diye tepki veriyor başkan. Tamam yok bir şey diyorum. Yusuf dayı gördün mü ben başkanın bile efendisiyim diyorum. 'Gevşek' diyor bana. Derken bir sesss 'gümmm' diyor...
Yusuf dayı hemen atılıyor yemeğe. Dayı dur diyorum yoldan geçen kamyonun lastiği patladı. 'Neee diyor' bezmişlikle. Şaka şaka derken Ezan-ı Muhammedi okunuyor zaten. Yusuf dayı kendisinin kızmasına bile fırsat vermeden yemeğe başlıyor. Tabi ben de... Kurt gibi acıkmışız. Çorbamı kaşıklarken Yusuf Dayı diyorum. Kurtlar çok mu acıkır? 'Yemek başında gereksiz konuşma' deyip susturuyor beni. 'Şuradan ekmeği uzat' diyor. Ekmeği elime alıp sündürmeye çalışıyorum. Uzamıyor dayı bu diyorum. Hışımla elimden alıyor. 'Nimetle şaka olmaz' deyip enseme bir şaplak atıyor. Afiyetle de yemeğimizi yiyoruz sonrasında. Yemek bitince bana dönüp 'hadi yemek duası et' diyor. Masadakilerin avuçlarını açtırıyorum. Elhamdülillah deyip yüzüme sürüyorum. Masadakiler şaşkınlıkla bakarken Yusuf dayı o da bir şükürdür tamam diyor. Sonra kendisi bir dua serpiştiriyor üzerimize. Sonra Allah Halil İbrahim bereketi versin diyor. Amin diyoruz. Yusuf Dayı diyorum. Halil İbrahim bereketinin sırrı nedir? Başlıyor anlatmaya. 'Zamanın birinde Halil ile İbrahim diye iki kardeş yaşarmış. Halil küçük olan. Büyüğün İsmi İbrahim. Ya da tam tersi. Bunlar buğday ekip biçerek geçimlerini sürdürürlermiş. Topladıkları hasadı aralarında adaletlice paylaşırlarmış. Bir gün ağabey İbrahim evlenmiş. O yıl da buğdayı hasat etmişler. Yine yarı yarıya paylaşmışlar iki kardeş. Sonra Halil düşünmüş ağabeyim evli. Artık o bir aile geçindiriyor ve daha fazla gelire ihtiyacı var diyor. Bu yüzden kendi payının bir kısmını İbrahim'e belli etmeden onun çuvallarına boşaltıyor. Sonra İbrahim'de kendince düşünüyor. Diyor ki, kardeşim henüz bekar. Onun da evlenme vakti geldi. Onun daha çok gelire ihtiyacı var diyor. Ve o da Halil'e belli etmeden bir miktar buğdayı Halil'in çuvallarına dolduruyor. Bu olay Hak Teala'nın pek hoşuna gidiyor. Ve Allah onlara eşi benzeri olmayan bir bereket veriyor' diyor Yusuf dayı. 'İşte Halil İbrahim Bereketi'nin sırrı bu' diyor.
Vaay be diyorum Ağzına sağlık dayı diyorum. Pek güzelmiş. 'Öyledir' diyor. 'Öyledir... Paylaşmak önemli... Gençlerde hiç yoktan yaşlılarla vakitlerini paylaşmalı' diyor. 'Belki bir şeyler öğrenirler. Yarın siz de yaşlanacaksınız. Anlayacaksınız.' diyor. 'Paylaşmak Önemli' diyor. 'Önemli'...
Hava kararmak üzere. Ağustos böcekleri temmuz ayını fırsata dönüştürmüş. Cııır cııır cıırr. Yusuf dayı dönüp hangi aydayız diyor? Ben de kendimi tutamayıp 'dolunay' deyince Yusuf dayı imalı bir şekilde bastonu gösteriyor. Tamam dayı bugün temmuzun yirmisi diyorum. 'O zaman bu böcekler neden ötüyor? Başlayacam bunların hayvancıklara koyacakları isimlere diyor'. Neden diyorum. 'Ağustos böceği diyorlar temmuzda ötüyor' diyor. 'Ben böyle çiğ işi sevmem' diyor. 'Yusuf Dayı' diyorum. Sen neden bu kadar sinirlisin açlıktan mı yoksa şekerin mi var? 'Şekerim var evlat' diyor. 'Hadi ya' diyorum. 'Bir tane versene iftardan sonra yerim' diyorum. Yusuf dayı bastonuna hamle yapınca hışımla masadan uzaklaşıyorum. 'Tamam gel bir şey yapmıycam' diyor gülerek. Ben de gülüyor diye rahatım tabi. 'Öp elimi barışalım' diyor. Öpüyorum elini ben de saygıyla. Ama, ama, aman Allah'ım elim... Yusuf Dayı bırak diyorum. Hem gülüyor, hem de dişlerini sıkıyor. Hangi ruh halinde bilmiyorum ama elimi bir halterci gücüyle sıkıyor. 'Tamam diyorum bi daha yapmıycam diyorum' kıvranarak. Aferin diyor. Oturuyorum tekrar yanına. Dayım diyorum bu ne güç. Ne yiyorsun sen? 'Ben eskiden pehlivandım' diyor. 'Bu ovada benden daha güçlüsü yoktu' diyor. Ben de 'heyyt be' diyerek elimi ensesine atıp zorluyorum. 'Kaşınma' deyince az önceki sahneyi hatırlayıp bırakıyorum haliyle. 'Şimdiki gençlik çok gevşek' diyor. 'Saygı denen bir şey kalmadı artık' diyor. Gerçekten öyle diyorum. Çevremdeki arkadaşlarımdan örnekler veriyorum. Gözlerimin içine bakıyor. Ne ima etmeye çalışıyor anlamıyorum. Kısaca bir sessizlik oluyor sonrasında. Sessizliği ağustos böcekleri bölüyor tekrar...
Artık vakit iyice daralmış. Topa bir kaç dakika kalmış. Yusuf dayı bana dönerek sen hiç 'Aydın Efe'si gördün mü diyor? Karşında duruyor ya diyorum. Gülüyor. Ne oldu pek kahramana benzetemedin galiba diyorum. Benim genlerim de var efelik zeybeklik diyorum. 'Benim babam zamanında buraların en ünlü efelerindendi' diyor. 'Ben babamdan çok şey öğrendim' diyor. 'Efelik nedir iyi bilirim' diyor. 'Biz de hamam oğlanı değiliz' diyorum. 'Bak oğlum' diyor. 'Mangal gibi bir yüreğin olabilir yahut, böcekten bile korkabilirsin' diyor. 'Efelik bu demek değil' diyor. Nasıl yani? diyorum. 'Efelik efendiliktir evlat' diyor. He diyorum o kolay. 'Senin için zor' diyor bana. 'Sen efendi olamazsın. Fazla şımartmışlar seni' diyor. Bak gör diyorum. Karşıdaki masada biraz çaprazımızda Belediye Başkanımız oturuyor. Onun bize sırtı dönük. Sayın başkanım diye sesleniyorum. 'Efendim' diye tepki veriyor başkan. Tamam yok bir şey diyorum. Yusuf dayı gördün mü ben başkanın bile efendisiyim diyorum. 'Gevşek' diyor bana. Derken bir sesss 'gümmm' diyor...
Yusuf dayı hemen atılıyor yemeğe. Dayı dur diyorum yoldan geçen kamyonun lastiği patladı. 'Neee diyor' bezmişlikle. Şaka şaka derken Ezan-ı Muhammedi okunuyor zaten. Yusuf dayı kendisinin kızmasına bile fırsat vermeden yemeğe başlıyor. Tabi ben de... Kurt gibi acıkmışız. Çorbamı kaşıklarken Yusuf Dayı diyorum. Kurtlar çok mu acıkır? 'Yemek başında gereksiz konuşma' deyip susturuyor beni. 'Şuradan ekmeği uzat' diyor. Ekmeği elime alıp sündürmeye çalışıyorum. Uzamıyor dayı bu diyorum. Hışımla elimden alıyor. 'Nimetle şaka olmaz' deyip enseme bir şaplak atıyor. Afiyetle de yemeğimizi yiyoruz sonrasında. Yemek bitince bana dönüp 'hadi yemek duası et' diyor. Masadakilerin avuçlarını açtırıyorum. Elhamdülillah deyip yüzüme sürüyorum. Masadakiler şaşkınlıkla bakarken Yusuf dayı o da bir şükürdür tamam diyor. Sonra kendisi bir dua serpiştiriyor üzerimize. Sonra Allah Halil İbrahim bereketi versin diyor. Amin diyoruz. Yusuf Dayı diyorum. Halil İbrahim bereketinin sırrı nedir? Başlıyor anlatmaya. 'Zamanın birinde Halil ile İbrahim diye iki kardeş yaşarmış. Halil küçük olan. Büyüğün İsmi İbrahim. Ya da tam tersi. Bunlar buğday ekip biçerek geçimlerini sürdürürlermiş. Topladıkları hasadı aralarında adaletlice paylaşırlarmış. Bir gün ağabey İbrahim evlenmiş. O yıl da buğdayı hasat etmişler. Yine yarı yarıya paylaşmışlar iki kardeş. Sonra Halil düşünmüş ağabeyim evli. Artık o bir aile geçindiriyor ve daha fazla gelire ihtiyacı var diyor. Bu yüzden kendi payının bir kısmını İbrahim'e belli etmeden onun çuvallarına boşaltıyor. Sonra İbrahim'de kendince düşünüyor. Diyor ki, kardeşim henüz bekar. Onun da evlenme vakti geldi. Onun daha çok gelire ihtiyacı var diyor. Ve o da Halil'e belli etmeden bir miktar buğdayı Halil'in çuvallarına dolduruyor. Bu olay Hak Teala'nın pek hoşuna gidiyor. Ve Allah onlara eşi benzeri olmayan bir bereket veriyor' diyor Yusuf dayı. 'İşte Halil İbrahim Bereketi'nin sırrı bu' diyor.
Vaay be diyorum Ağzına sağlık dayı diyorum. Pek güzelmiş. 'Öyledir' diyor. 'Öyledir... Paylaşmak önemli... Gençlerde hiç yoktan yaşlılarla vakitlerini paylaşmalı' diyor. 'Belki bir şeyler öğrenirler. Yarın siz de yaşlanacaksınız. Anlayacaksınız.' diyor. 'Paylaşmak Önemli' diyor. 'Önemli'...
'Efelik efendiliktir evlat' :)
YanıtlaSilGüzel bir paylaşım olmuş, sağolun..
teşekkür ederim yorumunuz için :)
SilKeyifle okudum...Yusuf Dayının sabrına ve mizah anlayışına hayran kaldım :))
YanıtlaSildeğerli yorumunuz için teşekkür ederim, sağolun :)
Sil