HASTALIK DEDİĞİN NEDİR?

   Çok mu mutsuzsunuz? Sevgilinizden mi ayrıldınız? Artık dünya sizin için çekilmez bir yer mi oldu? Depresyonda mısınız? Pesimist biri mi olup çıktınız? Bana ne kardeşim bundan, gidin acınızı kendi içinizde yaşayın. Sanki yeterince derdimiz yokmuş gibi...

   Evet hasta oldum. Derdim bu. Grip oldum ben grip. Aslında, belki de nezle olmuş ta olabilirim. Oldum olası karıştırıyorum zaten bu ikisini. Her neyse işte hastalık hastalıktır. Ama boşverin üzülmeyin, yakında geçer nasılsa. Fakat zaten üzülmemiştiniz değil mi? İşte siz busunuz. Şuncağızcık bir samimiyeti bana çok gördünüz. Öyle olsun bakalım.

   En zor olanı ne biliyor musunuz? Öksürmek. Hatta öksürememek. Hani böyle tam öksüreceğiniz gelir, tam o an öksürünce ciğerlerinizin yanacağı aklınıza gelir de, siz de bir an kendinizi tutarsınız ya. Heh işte ben onu hiç dikkate almıyorum. Neden mi? Ne bileyim ben, ne saçma sorular soruyorsunuz ya? Hastayım diyorum uğraştırmayın işte beni. Hey Allah'ım ya...

   Hastalık Esnasındaki Gözlemlerim
   Salı
   Salı günü okuldaki işimi bitirip, ilçeme döndüm. Saat 14:00 sularıydı. Eve dönmeden önce arkadaşımın dükkanına uğradım. Biraz oturup muhabbet ettik. Sonra, acıktığımızı farkedince tost yeme kararı aldık. Kısa süre sonra tostlar geldi. Afiyetle tostlarımızı gömdük. Tadı her zamankinden biraz tuhaf gelmişti. Ama fena da değildi hani hacı. Aa çok pardon söylemesi ayıp mıydı? Neyse artık söylemiş bulundum, idare ediniz.

   Aradan iki saat gibi bir zaman geçmişti. Evdeydim. Biraz dinleneyim diyerek şöyle 2-80 uzandım. Baktım bu biraz fazla uzun, 2-10 seviyelerine geçiş yaptım. Aradan çok geçmemişti ki ateşimin git gide yükseldiğini farkettim. Bununla doğru orantılı olarak başımın ağrısı da artıyordu. Ve artık peçeteyle bir bütün haline gelmiştim. Dahası, aramızda duygusal bir bağ gelişmişti artık.




   Akşam 18:00 sularında annem sofrayı kurup bizi çağırdı. Ve ben tok olduğumu söyledim.  Fakat hasta olduğumu söyleyemiyordum. Çünkü apansızca fırçalar yeyip durmak istemiyordum. Saat 19:00 dolaylarında oflama ve poflama iniltilerimle odama çekildim. Bari bir film izleyeyim de vakit geçsin düşüncesiyle bilgisayarı açıp bir film izledim. Film biraz ağrılarımı unutturmuştu fakat en nihayetinde bitmişti. Nitekim hayasızca inlemeye devam ediyordum.

   Sonra düşündüm, ben inledikçe bir taraflarım daha mı az ağrıyor? Hayır. Peki öyleyse buna ne gerek var diyerek kendimi sükuta davet ettim. Dedim ki şu neticesi kırık hastalık mı beni yatağa düşürecek? Yapma ama dostum, kendine gel gibi ifadelerle psikolojikmen kendimi az da olsa tedavi etmiştim.  Saat 00:30 sularında işlerimi bitirip uyuma kararı aldım. Benim için erken bir vakitti. Ama olsundu.

  Çarşamba
   Ertesi sabah uyandığımda annem alnımda çay demliyordu. Tüpü boş yere zayi etmeyelim dedi. Peki dedim. Beraber güzelce kahvaltımızı yaptık. Her yerim tel tel dökülüyordu. Bari yine vakit geçsin diye televizyonu açtım. Karşısına uzandım. Gördüğüm manzara kanımı dondurmuştu. Bir kutunun içinde ne kadar çok kadın programı olabilirdi ki sonuçta? Bu kadar ensest olayın bir saat içerisinde haleti ruhiyeme sirayet etmesi karşısında şoktaydım. Hemen televizyonun fişini çekerek kendimi sokağa attım.

   Arkadaşlarımın yanına gittim. 'Bir yerlerde oturup bir şeyler içelim mi?' sorusuna hep bir ağızdan olur yanıtını vermiştik. Mekana gittik, eleman siparişleri sorunca ne kadar yanlış bir karar verdiğimin farkına vardım. Herkes çay, kahve gibi içecekler içerken ben kendimi nane-limon içerken buluyordum. Arkadaşlarım beni sağlıklı olmalarıyla eziyordu. Yazıklar olsundu.

   Yarım saatlik bir birlikteliğin ardından ortamı terketme kararı aldım. Onlara son sözüm şu oldu: 'Siz hiçbir şey yokmuş gibi hapşurmasını ve sonra çok yaşa demesini çok iyi bilirsiniz'...

   Tekrar eve dönmüştüm. Biraz uyuyup uyandım. Akşam yemeği hazırdı. Biraz daha iyi hissediyorum galiba diye kendimi kandırırken içtiğim şehriye çorbasından tarhana tadı alınca acımasız gerçekle yüzleştim. Hala hastaydım ve ağzımın tadı yoktu. O moral bozukluğuyla yine odama çekildim. Gururuma yediremiyordum. Bunu hakedecek ne yapmıştım? Yoksa birilerinden beddua mı almıştım? Kime ne yapmıştım ki? Bu soruların saatlerce cevabını aradım. Sonra 'Allah'ım neden beeeen' diye haykırdım. Şaka lan şaka, yine azıcık nette takıldım, azıcık bir şeyler okudum. Ama fenaydım hani.

   Yatmadan önce annem adaçayı, ıhlamur, ve baldan oluşturduğu bir karışımı içirerek, bunun bana iyi geleceğini söyledi.

   Perşembe
   Sabah sanki çok işim varmış gibi erken saatlerde uyandım. Annemin verdiği karışım işe yaramamıştı. Duygularımla oynanmıştı. Gittim ve anneme ben senin oğlunum bunu bana nasıl yaparsın. Duygularımla oynamaya ne hakkın var ha? Diye sorunca bana sen iyi değilsin hadi doktora gidelim dedi. Doktor mu? Ne doktoru? Doktor nerden çıktı ki şimdi? Diyaloğunu yaşarken gözümün önünden kocaman hap ve iğneler geçiyordu. Yok yok biraz daha uyuyim geçer diyerek yatağıma döndüm.

   Tekrar uyumuştum. Daha da ötesi bir rüya görüyordum. Bir doktor beni muayene ediyordu. Streteskopu ciğerime dayayıp öksürmemi söylüyordu. Ben de 'Cık' cevabını veriyordum. Öksürsene be adam diye sinirlendi. Ben de anlasana hocam öksürünce ciğerlerim dökülüyor. Yanıyorum diyordum. Sonra iyice hiddetlenen doktor 'Çabuk terket o zaman muayenemi' diyordu. Ben de doğruldum ve 'Doktorlar daa nee bilur, ciğerun aacisuni' diyerek orayı terkettim. Derken uyandım. Benden söylemesi, tıp, dedikleri kadar ilerlememiş. Dikkatli olmakta yarar var.

   Saat öğleden sonra dört civarları hiçbir iyileşme yok. Ben de 'Çivi çiviyi söker' diyerek. Soğuk suda duş almaya karar verdim. Suyu açtım önce ellerimi bir yıkadım, fena değildi. Sonra ansızın suyu vücuduma doğrultunca 5 saniyelik bir şoktan sonra ancak suyu bırakabildim. Anlaşılan pek akıl karı değildi. Suyu biraz daha ılık ve makul derecelere getirince duşumu aldım ve çıktım. Yine bir değişiklik yoktu. Atalarımız da beni kandırmıştı. Çivi çiviyi sökmemişti. Neyseydi. İştahım olmadığı için akşam yemeği de yememiştim.

   An itibariyle biraz daha iyiyim. Hastalık sayesinde de iki günde iki kilo vermişim. Benden söylemesi zayıf olanlar, grip olmayın sakın.

   Bunun yanında bir de baktım ki herkes grip olmuş. Nefret ediyorum bu taklitçilikten. Biraz kendiniz olun. Ne çıkar yani. Moda gibi hastalık mı olur ulen? Hadi dizilerinizdeki kahramanlarınızın giyimini hayatını taklit ediyorsunuz da bu kadarını beklemezdim. Neyse kulağınıza küpe olsun bu. Çekin cezanızı. Ha illa olacaksanız da grip olun. Yok efendim bu sene domuz gribi çok trend. Yok efendim kuş gribi olmayanı dövüyorlar falan. Hiç gerek yok bunlara. Ciddiyim. Hayır sonra ölüyorsunuz mezarınıza kireç döküyorlar. Hiç hoş değil.

 Bir de şükretmesi lazım insanın her haline. İştahsız olduğumuz için yemek yemiyoruz. Lükse bakar mısınız? Hastalık dediğin nedir ki bilhakis açlığın yanında... Birileri bir yerlerde, bir lokma ekmeğe muhtaçken...

Yorumlar

  1. Yazıyı gülerek okuduğum için geçmiş olsun demiyorum... Tüm acımasızlığım ve bencilliğimle, ben bıkana kadar devamı gelsin, sıkıldığımda "yeter bu hastalık da baydı " diye feryat ettiğimde iyileşirsiniz. Ne yani çok mu acımasız oldu ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında evet biraz gaddarca olmuş :) Lakin, hattı zatında desteğiniz için de, teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca ''yeter bu hastalık da baydı'' diye feryat eden tarafta olmanızı hiç temenni etmem. Çok kötü çok :)

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar